Cuma, Ağustos 27

tekrar rüya

Moda oldu artık gecenin bi saatinde uyuyakalıp 20 dakika sonra bir rüya yüzünden uyanmak.
Neyse anlatayım madem uyandım.

Evde oturuyoruz. Melek (anneannem) tam televizyonun önünde ütü yapıyor. Kenardan köşeden izlemeye çalışıyorum televizyonu. Var mısın Yok musun var televizyonda.Ama magazin programı gibi arada bilmem ne geceleri çıkıyor falan. Benim abim var kuzenim ünlümsü. Neyse işte o çıkıyor barın birinde aa Onur abim melek televizyona bak diyorum meleğe. Melek anlamıyor yerde bir şey aramaya başlıyor. O ütüye su konan alet düşmüş ama o yüzük arıyor. Neyse işte sonra Onur abim ve arkadaşları koşa koşa stüdyoya giriyor onlar yarışacakmış. Annem falan izliyoruz kitlenip ama abimi göremiyoruz.
Sonra melekle zifiri karanlıkta evden çıkıyoruz. Bizim burda evin 1 sokak aşağısında park var oraya gidiyoruz. Melek parkın yanında arkadaşıyla konuşuyor ben de orda bir priz buluyorum telefonumu şarja takıyorum. Eski telefonum yanımda bir de şimdi kullandığım. Şimdi kullandığı şarja takıyorum fakat eski telefonumdan fs'deki sorulara cevap veriyorum.
Normalde orası çalılık gibi ağaçlı bir yerdir. Rüyamda tellerle örgülü, karanlık içinde kurt köpekleri ev yıkıntıları olan kapkaranlık ve çok korkunç bir yer. Telefonumu şarjdan çıkarıp ortadan kayboluyorum snra tekrar geliyorum prizin olduğu yere. Yolun kenarındayım falan ve köpekler sürekli havlıyor.
Şarj aletinin kablosunu elime bağlamışım şarjdan çıkarmaya çalışıyorum. Bir de çok garip, buton gibi bir şey var duvarın üstünde ama paslanmış bir demir. Ona basınca telefonumdaki sayfa kendini yeniliyor. Bir de şarjdan çıkarınca elimi cebime atıyorum eski telefonum bozuk bir şekilde cebimde duruyor falan.
Neyse melek orda konuşuyor ama tehlikede olduğunu hissediyorum, yanına gideceğim fakat elime dolanan şarj aletinden ilerleyemiyorum. Ordaki kurt çıldırmış durumda. Onunla benim aramda 1 tane yüksek böyle yukarları ekstra düğüm şeklinde demir olandan tel 1 de normal elektrikli tel gibi bir tel var.
Kurtların durduğu yer gerçekten çok korkunç ama, leş gibi çöplük gibi bir yer.
Köpek atlamaya çalışıyor tellerden beni görünce. Ve bingo! İlk sıçrayışta boyunun en az 25 katı telden atlıyor. Elimde şarj kablosu kangren gibi sıkmış elimi, gidemiyorum. Köpek gözlerimin içine baka baka gayet kolay ve estetik bir şekilde yanıma atlıyor. Parçalayacakken nefesini duyuyorum (..)
 O sırada uyandım fakat gözlerimi açamadım uyanıp uyanmadığımı fark edemediğim için.
Elim hala acıyor ve köpeğin nefes alış verişlerini duyuyordum. Gözlerimi açmaya cesaret ettiğimde elimin kasılmış ve çok değişik bir şekilde durduğunu fark ettim. Nefes ise benim nefesimmiş. Yastığın yukarı doğru kıvrılan tarafı burnumun hemen dibindeymiş ve köpeğin nefesiyle yastığa vurup yüzüme geri dönen nefesimin sesi aynıymış.
20 dakikalık bir korkudan hepinize tekrar iyi sabahlar.

bkz. Uyandım hemen meleğin yanına gittim. Salonda yasin dinliyordu, huzurluyum şimdi fakat bu kabusların ardı arkası kesilecek mi derken uyumaktan soğudum. Evimin üstünde olan bir yoldan daha geçemeyeceğim artık. Sanırım adadan gitmemi kolaylaştırmamı sağlama çalışıyor rüyalarım.
Çok garip.
Neyse saat 5.16 ve uykusuz günler diliyorum kendime.

çotanak

Dostluk üzerine bir yazı yazmaktan utanıyorum dostlarımı düşünükçe. Geçen günler,haftalar,aylar,yıllar öyle güzel ki hayat uzuyor insanın dostlarıyla. Yazmak yerine hepsini tutup bu blog sayfasına getirmek istiyorum. Dünyamı değiştiren bu insanlara sebepsiz yere kanımı, canımı vermek istiyorum. Gözlerim bile kahkaha atıyor sayelerinde. Birer birer eksilen insanlığı onların kalbinde bulduğum için gurur duyuyorum kendimle. İyi insanlar tanıdığım, onların kalbinde yer edebildiğim için üşümüyorum hiç. Onlara olan sevgimin büyüklüğünü bilmedikleri için üzülüyorum fakat hepsini bilmediklerini için şanslı sayıyorum kendimi.

Dostluk;
Telefonu eline aldığında saat kaç olursa olsun birini arayabilmektir
Senin için birilerinin uğraşmasını seyrederken hayran olmaktır onlara
Kaldırımda oturup saatlerce gülüp, ağlayabilmektir
Cebindeki 5 kuruşu bilr birlikte saçma sapan şeylere harcayabilmektir acaba demeden
Son sigarayı 5 kişi içebilmektir
Yanında yırtık pırtık kıyafetle gezsen de senden utanmamaktır
Annesine anne, babasına baba demektir
Aynı yatakta 4 kişi yatmaktır cinsiyet farkını dert etmeden
Aylarca görüşmesen de bir araya geldiğinde aylar önceki muhabbetinden devam edebilmektir
Kardeşinden ayırt etmemektir karşındakini
Sarhoş olup sahilde sabahlamaktır
Üşüdüğünde 1 ceketi 2 kişi giymeye çalışmaktır
Aç gezip gene de şikayet etmemektir
Birbirinin evini taşırken nakliyat şirketine para vermemektir
Ölümünü bile beraber düşünmektir, düğününü, çocuklarını beraber hayal etmektir
Bir erkeğin elini tuttuğunda seks objesi olarak görünmemektir
Kötü günlerinde birinin omzunda saatlerce ağlayabilmek sonra da onun teselli dolu sesinde uyumaktır
Bitmeyendir
Kavgasız ve dürüsttür
Birbirinden çok farklı olan insanların süre içerisinde birbiri olmasıdır
Sözleşmese bile her gün görüşendir
Özlemektir fakat hep yanında hissetmektir
Uzaktan da olsa kendini güvende hissetmektir
...

Dostluk anlatılamaz ve sahip olmayanların özendiği bir şeydir.

Evet ben tüm bu anlattıklarımı yaşadım ve hayatımın en büyük şansı bu. O kadar kişi geride bıraktıktan sonra dönüp baktığımda kalanlar 1 elin parmakları kadar anca. Ve evet dünyanın en şanslı insanıyım ben kalbimi doldurdukları için.

Dostluk birbirini tanımak, karşıdaki cümleyi yarım bıraksa bile onu tamamlamaktır.

Ve evet dünyanın en şanslı insanıyım ben kalbimi doldurdukları için.
Dünya bir yana siz bir yana, bu seneler geri gelmeyecek belki ama daha güzelleri bizi bekliyor.
Yüzümün çizgilerinden hiç eksik olmayacaksınız (:

Perşembe, Ağustos 26

sevmek istiyorum artık

Şarkı aralarında ağlamak gibi seni sevmek
En sevdiğin şarkının en neşeli notasında hıçkırılara boğulmak seni sevmek..
Durup dururken heyecanlanmak, denk geldiğin bir fotoğrafta seni gördüğünü sanmak seni sevmek.
Ya da seni sevmek diye bir şey yok.

Seni sevdiğimi sandığımı sanıyorum bazen
Sanrıların arasında kalmışken birden bir şarkı mırıldanmaya başlıyorum
Sonra şarkının adını sen sanıyorum
Durup dururken içli bir OĞF çekiyorum, nedenini sorduklarında anlatarak kirletmiyorum seni.
Sana bile anlatmıyorum seni kirlenme diye..

Her dakika yanımda olmandan korkuyorum
Ama sensiz geçirdiğim herhangi bir dakika olduğunu düşününce gene mırıldanmaya başlıyorum o hüzünlü şarkıyı.

Sığ yazılar yazmak istiyorum sana
Üzerine saçmalamak istiyorum

Yağmur yağsın istiyorum
Sonra yağmurdan kaçan bir kuş penceremin önüne gelsin ve senden bir kağıt parçası getirsin istiyorum
İmkansızı hayal etmek istiyorum seninle
Sonra oldurmak istiyorum o imkansızı
Acı çekelim istiyorum beraber, sonra atlatmak istiyorum hepsini seninle.
Çok şey istemiyorum ben, sadece beni bul istiyorum.

Saçlarımı okşa, koynunda uyut beni istiyorum.
Güzel kokulu tenini istiyorum, eminim terin bile güzel kokuyordur.
Kocaman bir masum olsun her şey istiyorum.
Anla beni istiyorum en dibine kadar.

Evet,
Seni sevmek olsun bunların hepsi istiyorum
Sen de iste ve beni bul istiyorum.

Salı, Ağustos 24

büyükmek

Emeklemekten yürümeye geçiş yaptığımızda ilk defa büyüdüğümüzü zannederiz. Ondan sonra etraftaki cisimleri tanımaya başlarız.. Televizyona "teyevizon" demeyi, r'leri söyleyemeyip aileyi kahkahalara boğarken komik olduğumuzu zannederiz.
İlk okul merasimi başlar zaten biraz kendimizi bilmeye başladığımızda. Annenin elini ilk defa bırakırız 5-6 saat boyunca. Arkasından ağlamamaya ilk defa çalışırız onca insanın içinde. Yılların nasıl geçtiğini anlamayız okuma-yazma, toplama-çıkarma öğrenirken. Kendimizi ilk defa büyük bir sınavın stresi içinde gördüğümüzde, o heyecanı tattığımızda sadece 13 senedir yaşıyorduk. Belki 1 belki de 2 senedir bir şeylerin farkındaydık.
Büyüdüğümüzü sandığımız bir diğer evre liseydi. Mavi önlüklerden kurtulmuş gömleğimizi dışarı salabileceğimiz serseliğine kafa yormuş olarak geçti 4 sene. Ben 5 senede bitirdim liseyi, tekrar okudum 9. sınıfı ve hayatımı değiştirdim. Dünyama girebilecek en güzel insanları buldum tembelliğim sayesinde. Şansım, dünyam, kalbim değişti onlar sayesinde. Onlarla büyüdüm, onlarla büyümeye çalıştım daha doğrusu.
İnsan çoğunlukla ilk aşk acısını lisede yaşar; bırakılır, aldatılır vs.. En güvenilir arkadaşlıkların çoğu lisede atılır genelde. Benim öyle olduğundan böyle geliyor ya da bana.. Ben taptım hep sınıfıma, moralim bozuk o kapıdan girdiğim her an 18 çift gözden birini görünce gülümsedim hayata. İstediğimin yanına gidip istediğim derdimi anlatabildim çoğu zaman.
Neyse büyükmekleşmekti konumuz.
Lisede az biraz kendi içinde acı yaşamayı tadıyorsun. Karşı cinsi tanıyorsun, hem bedensel hem ruhsal olarak.
Bunları yaşadıkça "tamam ya ben büyüdüm sanırım" diyorsun. Konuşmaların, yazışmaların değişiyor yıllar geçtikçe. Şuanki haline 2 yıl sonra bile inanamıyorsun.
Hani günlüklerimiz olurdu ilkokulda. Tüm sınıfa yazdırırdık. Şimdi açıp okuyun onları, bakın dünyalar ne kadar çok değişmiş :)
Sonra üniversite sınavına girip gidiyorsunuz başka şehirlere. Orda ev idare etmeyi, su elektrik kira derdiyle uğraşmayı, kendi çamaşırlarınızı yıkayıp kendi yemeğinizi yapmayı öğreniyorsunuz. Lisede sadece duygusal sorumluluğunuz olduğunu zannederken birden gerçeklerle yüz yüze geliyorsunuz. Paranızı hesaplı harcama derdine düşüyorsunuz dolap tam takır olmaya başladığı zaman. Kilo veriyorsunuz. İçki içmeye düşkün hale geliyorsunuz. İstediğim gibi içki içebiliyorum, yok şöyle yok böyle diye büyüdüğünü zannediyor bazıları.
Sonra iş hayatının stresi başlıyor, hep derler ya 20lere geldikten sonra nasıl geçtiğini anlamazsın diye..
Çoluk,çocuk derken bitiyor işte hayat..
Bu kısımlara erişemediğim için anlatamıyorum buraları.
Ama şunu biliyorum ki kaç yaşında olursa olsun insan, her güne yeni bir tecrübeyle uyanıyor.
Büyüdüm artık dediğinizde sizden 5 yaş olsa bile herkes bıyık altından gülüyor size.
Büyüdükçe yaşamayı öğreniyor insan sadece. Yaşayabilmeyi öğreniyor.
Bi öğrenemediği şey kalbine söz geçirmek işte, onu da yapamıyor.

20 yaşına girme çabalarındayım ben daha. Üniversite büyümesiyle karşı karşıya kalacağım ve uyandığım her güne biraz daha büyümem lazım diye günaydın diyeceğim. Bırakın aksın gitsin hayat, yaşanması gerektiği gibi yaşayın her şeyi ki nefes aldığınıza değsin..

Perşembe, Ağustos 19

en kabus rüyam :|

Uyuduğum nadir kısa uykulardan birinde kabusların en kabusuna rastlamak hiç hoş değildi gecenin 3ünde.

Elden, ayaktan kesildim rüyamda. Gözlerim mosmor, saçlarım rezaletti. Tam anlamıyla acizdim ve sanırım bu yüzden bu kadar etkilendim bu sefer.

Anlatmak istiyorum kısaca..
Hiçbir uzvuma sahip çıkamıyordum rüyamda. Sadece düşünebiliyor ve sonumu çiziyordum.
Odamda bilgisayar kucağımdaydı. Annemin genelde olduğu halsizlik halinden etkilenmiş olacağım ki hissizliğimi anneme anlatmaya çalışmak için salona gitmeye çalışıyordum. Duvarlara tutuna tutuna gittim annemin yanına. Yere düşüyordum fakat acısını hissetmiyordum. Anneme neler olduğunu anlatmaya hebelerken elim annemin kucağına düşüyor sonra da istemsiz olarak şahlanıyordu yukarılara bir yerlere. Anlatıyordum saatlerce ama edebildiğim sadece 2 kelimeydi. Annem benim eski halim diyor ve umursamıyordu beni. Gerçekten içinde bulunduğum acizlik hali uyanmama rağme üstümde.
Hastanaye gidiyordum, güvenlik ablanın yanında sıra beklerken anlatmaya çalışıyordum olanları. He ondan önce de parkta kaldırımda uyuyakalıyordum. Uyandığım tepemde tanımadığım bir adam oluyordu fakat ben ordan kaçamıyordum bir arkadaşımın arkasına sığınmak zorunda kalıyordum. Güvenlik ablaya derdimi anlatmaya çalışırken çenemi, ellerimi, kollarımı hissetmiyordum. Güvenlik abla karşıdan gelen ve müşterileri ücretisz eve bırakan, sapık adama şaka yapacağını söylüyordu bana. Adam yanımıza geldiğinde ablaya bakıyordum ve türbanını takmış olduğunu görüyordum. Eliyle almış türbanın bir köşesini ağzını kapatıyordu mezdeke gibi. Adam gelip gitmek isteyen var mı diyince beni gösteriyordu "kızım" diye. Ben gene bir şey yapamıyordum. İnternetten Betül'le haberleşmeye çalışıyor fakat başaramıyordum. Akşam 11buçuktan sabah 7ye kadar anca yazabiliyordum yazmak istediğimi.
Güvenlik abla dişlerime bakıyordu ve 20lik dişe bağlıyordu bu genel felç geçirme halini. O öyle dedikten sonra aynaya bakıyor ve dişlerimin çoğunu göremiyordum.

Aslında anlatılacak ve gözümün önüne gelen çok ayrıntı var fakat anlatamıyorum.
Rüyamda kitlenmiş bir şekilde günler geçirdim. Bilinçaltımın altında ezildim bu gece.
Dua etmeye başladım rüyamda ve uyanırken hala dua ediyordum dışımdan.
Gerçekten rüyadan bile olsa anladım ki aciz olmak dünyanın en kötü şeyi. İstediği uzuvlarını kullanamamak insanoğluna verilebilecek en büyük cezaymış meğersem. Sadece düşünebilmek, fakat uygulayamamak düşündüklerini.,
Çok etkliendim, çok.

Umudunu kaybedersen her şeyini kaybedersin.

İnanarak yaşamalı insan. Tanrı'ya inanın putlara inanın diye bir tabudan bahsetmiyorum. Kendinize inanın, umutlarınızla yaşayın her zaman.
Bir arkadaşım sayesinde "Secret" olayına sardım ben son aylarda. Önyargılı olmayın bence, kitabını okuyun, belgeselini izleyin falan.
Çekim yasasından bahsediyor bu "secret".
Neye inanırsan onu yaşayacaksın diyor ki çok mantıklı geliyor bu bana.
Kitaptan birkaç örnek vereyim, aklınıza yatar belki.

*Bir adam küçükken resme meraklı. Hayalindeki evi çiziyor ve yıllar sonra ailesiyle bir eve taşınıyor. Çizdiği resim hiç aklında yok. Kolileri açarken oğluyla oğlu bir resim alıyor eline ve adam 6-7 yaşlarındayken çizdiği resimle karşılaşıyor. Tahmin ettiğini gibi adamın çizdiği resim o gün taşındığı evle aynı. Tesadüf değil bence bu.

*Bir kadın 1000 kişilik bir çekilişe katılıyor. Çekilişin büyük ödülü ev. Kadın evi kazanacağına o kadar inanıyor ki alışveriş yapıyor olmayan evine. Gidip koltuk takımları almıyor fakat küçük aksesuarlar alıyor evine uygun. Kadını arayıp evinin anahtarını almaya gelmesi için arıyorlar akabinde.

Sizde de olmaz mı bunlar ? Bir arkadaşınızdan çok bahsedersiniz, görsem ne güzel olur dersiniz ve karşınıza çıkar birden.  Ya da aklınızdan geçen başınıza gelir ertesi gün..

Batıl dersiniz belki buna ama düşünün; umut etseniz ne kaybedersiniz ?

Hepsini geçtim şimdi. "secret"mış, inanmakmış.
İnanmak başarmanın yarısıdır derler hep ya da bir şeyi 40 kere söylersen olur..
Bunların hepsi farklı durumlarda çok farklı kültür seviyesine sahip insanların ağzından çıkar. Hepsi farklı şeyler mi sizce ?

Umut etmek, bir şeyin olacağına inanmak o şeyi bir zaman bir şekilde oldurur.

Hayal kurun mesela.. Sahip olmak istediğiniz bir eşyayla ya da hayatınızın insanıyla ilgili hayaller.. Bir gün hayalinizde o insanla muhteşem bir gün geçirin, istediğiniz arabaya sahip olmaya inanmanın yanında içinde bulunmasını istediğiniz küçük aksesuarları düşünün. Evim olsa demeyin de evinizin dizaynını düşünün. Mesela "ah şuraya gitsem, ama gidemem ki para mı var ?" diyeceğinize oraya gidin hayalinizde. Güzel bir lokantada yemeğinizi yiyin, istediğiniz bir otelde kalıp gezin her yeri.

Karamsarlığa düşmek insana hiçbir şey kazandırmaz.
- Of, olmayacak.
- Ohoo, nerde bende o şans.
- Abi biz hayatımızı versek o evde yaşayamayız.
- Bu kız bana dönüp hayatta bakmaz.
vs vs..
Çıkarın bu replikleri hayatınızda. Olmayacak yerine olunca yaşayacaklarınızı düşünün, şansınıza güvenin, rüyanızdaki eve sahip olun hayalinizde.

Bu düşünceyle yaşayın ki, teker teker kavuşun isteklerinize. Bunu derken şunu kastetmiyorum tabii ki. Denizden yürümeyi ya da uçmayı hayal etmeyin. Olabilecek şeyler üzerine kurun inançlarınızı. Kötünün kötüsü vardır gibi bir polyyannacılık oyununa girin. Sahip olamadıklarınıza kafa patlatacağınıza sahip olduklarınıza şükredin. Allah' şükredin nefes aldığınızda. Allah'a inanmıyorum diyorsanız, kendinizde bulduğunuz yaşama gücüne şükredin, kendi tanrınız olun hiç  olmazsa.

Amaan hayat kısa ve boş demeyin. Yaşayabileceğinizin en iyisini yaşayın ki çekilebilir kılabilin şu hayatı.
Kimse sizin için kendi lükslerinizden vaz geçmez aileniz hariç. Hiç bir dostunuz senin evin yok senin araban yok al benimkiler senin olsun demez. Kendinize sonuna kadar inanmadan önce kimseye inanmayın.

Mesela benim büyük halam 20 senedir aynı numaralara sayısal loto oynar ve bir gün ona çıkacağına emindir o lotonun. O kadar emindir ki her hafta plan yapılır. Borçlar kapatılır, evler alınır falan. Şimdi çıkmasa da büyük ikramiye bir gün çıkacak o güzel hatuna eminim. Onun umutla parlayan gözlerini gördükçe içim açılır benim. Bırakın umutlarınız yaşasın sizinle. Bırakın karamsarlığı da yüzünüz gülsün içiniz acıyacağına.
İnsanları elinizden geldiği kadar mutlu edin. Bununla bile gülümseyebilin.

Mesela sevin tüm insanları. Sevin ama hayatınızın merkezi yapmayın kimseyi. Mutlu edin onları ama onların mutlulukları için kendinizi üzmeyin. Mutlu edin ve bırakın doyasıya yaşasınlar mutluluklarını. Karamsar insanlarla gezip tozmayın mesela. Hep şöyle olmaz mı ? Tembel bir arkadaş edinirsin, çok iyidir hoştur ama bir bakmışsındır sınıfta kalmışsın..
Hayattaki birinciliği kendinize verin. Mutlu olun ve sonra katkı sağlayın başkalarına..

Kısacık hayatı bırak geçsin diye değil de en iyisini yaşamak istiyorum diye yaşayın.
Kendiniz için her şey.
İnanın, güvenin, hayal kurun.

Mesela haftada 1 tl'mizi şans topuna yatırmaya karar verdik Tansu'yla ve biliyorum ki ordan çıkan parayla istediklerimize sahip olacağız. Bundan eminim :)
Mesela biliyorum ki çok ünlü bir yönetmen olacağım yıllar sonra.
Mesela biliyorum ki o'nunla çok mutlu olacağım.

Umut ediyorum, ama inşallah diyerek değil; inanarak.
*Etrafınıza gülücükler saçın ki etrafınız da güldürsün sizi.

Salı, Ağustos 17

umudum

Seni ağlayamıyorum ben.
Sen, sen olduğunu bilmeden yanımdasın.

Günün birinde çok mutlu olacağımıza olan inancımı kendime saklıyorum. Sürekli uykularımı bölen huzurum bu sefer. Sana cesaretlenemiyorum. Aslında ilk defa bekleme erdemine kavuşabiliyorum. Tarkan'ın eski şarkıları da güzelmiş, onları dinliyorum bu aralar. Şizofren aşka mektuptan esinlendim bu aralar galiba. Olumlu düşünüyorum, yaşamadığım şeylerden emin oluyorum. İçimi döktüğüm insanlar "sss" diye gülüyor bıyık altından. Bu bile acı vermiyor bana. Gene içime atıyorum her şeyi ama içimde patlamayacak bu sefer biliyorum. Bir süre sonra bak ben böyleydim aslında diye anlatacağım sana.

Birden içimden gelen küçük şiirleri yazıp siliyorum senin için. Şuana kadar yaptıklarıma çizik atıp, ilk defa sadece doğru diye yapıyorum bir şeyleri. Aklıma gelen onca düşünceyi sadece olumsuzluk ihtimali barındırıyor diye atıyorum aklımdan bir daha gelmeyecek şekilde.

Günlüğüm ilan ediyorum arada burayı ama yazıp yazıp son veriyorum yazılarıma yayınlamadan.
Eminim çok güzel olacak her şey ve bu çok hoşuma gidiyor.  Kocaman güleceğiz hayata, biliyorum :) Umudumsun :)

Çarşamba, Ağustos 4

Uzun zaman önceydi..

Uzun zamandır mektuplaşıyordu delikanlıyla kız. Sıradan başlayan arkadaşlıkları birbirlerinde kendilerini bulana dek normal seyrindeydi. Kız delikanlıyla konuşurken okuduklarına inanamıyordu. Hayalindeki erkeği bulmuştu, eskinin pasından onu çekip çıkarabilecek adam karşısındaydı artık.. Oğlan ise henüz birkaç kez yolun karşısından gördüğü kıza aşık olduğuna inanamıyordu fakat kızla konuşurken akan günleri, yazılan satırları fark etmiyordu bile. Böyle geçip giderken zaman, ikisi de birbirine dokunabilme isteğiyle kül oluyorlardı. Zar zor getirdiler o günü.. Arka sokaktaki parkın karşısındaki küçük evde yaşıyordu oğlan. Kız işten erken çıkabildiği o gün, yüreğinde bir korla yaklaşıyordu o eve. Kızın ailesi duymasın diye evde buluşmaya karar vermişlerdi sözde ama bu bir bahaneydi tabii. Artık son mektuplarda kendini belli eden duyguyu saklayamamışlardı. Kız delikanlının kapısını çaldı bir kez fakat açan olmadı. Bir kere daha çalmaya yeltendiği sırada ensesinde bir nefes hissetti. Evet basılmıştı, fakat dünyanın en tatlı biten korkusuydu bu. Oğlan sanki kıza yılların özlemiyle sarılmıştı.. Eve girdiklerinde öpüşüyorlardı. Kızın ilk öpücükleriydi bunlar fakat o kadar birbirleri olmuşlardı ki artık, kızın kalbinde en udak bir şüphe, korku yoktu. Nitekim kız güvenmekte haklı da çıktı delikanlıya; oğlan kızın dünyanın en narin çiçeği gibi kokladı, en yumuşak pamuğu gibi sevdi. Zaman zaman artan istekleri küçük dokunuşlara bıraktı çoğu zaman kendini. Konuştukları o az süre içerisinde biraz daha aşkı buldular birbirlerinde..
Geçirdikleri en güzel gecenin yaşayacakları en kötü sabaha dönüşmemesi için ölmeyi bile düşündüler. Güneşin ısısını arttırdığı her dakika,  oğlan biraz daha garipleşiyor, kızdan biraz daha uzaklaşıyordu. Kız bunu fark ediyor fakat aklına gelenlere inanmak istemediği için biraz daha sarılıyordu oğlana. Sonu olamazdı sabah, bu kadar masum bir şeyin. Kız ertesi sabah işe gitmek zorundaydı. O sıcak yataktan, sevdiceğinin yanından kalkıp o pis terzide iğne iplikle uğraşacağı için kendinden nefret ediyordu. Oğlan daha uyanmamıştı. Kız kıyamadı oğlana ve küçük bir sevgi notu bırakarak ayrıldı ruhunu bıraktığı o odadan.
O gün terziye oğlandan bir not geldi. Akşam gene çağırıyordu kızı yanına.. Kız annesine babasına ne diyeceğini düşünürken bile mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Nota göre anahtar saksının içinde bekliyordu kızı. Kız buna anlam veremese de o an düşünecek hali yoktu bunu. Bir daha görecekti sevgilisini, bir daha sarılacaktı!
Akşam oldu.. Kız oğlanın dediği gibi anahtarla karşılaştı saksıda. Anahtarı almaya eğildiği sırada hemen yanında bir de not ilişti gözüne. Hemen içeri girdi. Çantası ile bitaz önce marketten aldığı yemeklik malzemeleri bir kenara fırlattığı gibi notu okumaya başladı. Not ; "Özür Dilerim" ile başlıyordu. Kız daha ilk satırdan, benliğibi kaybetmiş gibi hissetmeye başlamış, mektubun sonunda ise intiharını gözden geçirdiğini fark etmişti. Mektupta yazılı olanları yaptı sırayla; masanın üzerindeki kasedi beyaz perdeye bağlayan oynatıcıya yerleştirdi. Sevgilisi çıktı birden karşısına.. Kız gülümsedi ilk önce, sonra algıladı onun sadece görüntüden ibaret olduğunu.. Videoyu izledikçe gözleri kararıyor, saniyeler geçtikçe koltukta oturuşu yere doğru ivme alıyordu. Video bittiğinde kız da bitmişti, hayatının hiçbir anlamı yoktu artık. Keşke gözleri görmese, kulakları duymasa da bilmeseydi olanları. Oğlan videoya da tıpkı nottaki gibi "Özür" ile başlamıştı. Dakikalar boyu ona hiç bitmeyecek aşkından bahsetmiş, videonun sonunda yıkıcı şeyi söylemişti. Kanserdi oğlan, belki de kız o videoyu izlerken çoktan ölmüştü..
Kızı bir başına bırakıp gitmişti saatler önce o kasabadan. Kız henüz neye uğradığını anlayamamıştı. Ne gözünden bir damla yaş akmış, ne ağzından bir tek laf çıkmıştı. Hatta düşünemiyordu bile. Gitmişti daha saatler önce koynunda uyuduğu sevgilisi..
İntihar etmekten başka hiçbir şey gelmedi kızın aklına ama evde bakması gereken yaşlı anasını düşününce attı kafasından bu düşünceyi. O yapamazdı oğlanın yaptığı bencilliği kimseye. Her ne olursa olsun, son nefesine kadar sevdiği insanlarla bir arada olmalıydı.


Neden yapmıştı oğlan bunu ? Neden bu acıyla koyup gitmişti kızı ? Seviyor muydu acaba gerçekten ? Ne fark ederdi ki bu saatten sonra ? Gitmişti artık...

Yüreğindeki o acıyla yaşadı kız ömrünün sonuna kadar. Kimseye dokunamadı bir daha, kimsenin eline değemedi. Yanlışlıkla dokunduğu ellerde bile tüyleri ürperdi. Ne oğlanın nefes aldığını öğrendi, ne de göçüp gittiğini bu dünyadan.
Bir tek hatırası vardı yanında yıllar sonra bile; güzeller güzeli erkek bir çocuk..